Geçen gün şirkette
mescide gittim ve namazımı kıldıktan sonra Rabbime duamı edip edeple
çıktım mescidten... Arkamdan ihtiyar bir kamyon şöförü seslendi ''
Evladım seccade'nin köşesini kıvırsana'' dönüp yüzüne baktım , güzel
yüzlü bu amca bana sesleniyordu. ''Katlanmasa ne olur ki '' dedim. ''
Kıvırmazsan şeytan gelir üstünde namaz kılar'' dedi. İşte bu cümlenin
sarf edildiği an benim gülmek ile öfkelenmek arasında gidip geldiğim bir
andı... Tutamadım kendimi , benden yaşça büyük olmasına rağmen '' iyi
işte şeytan bu vesile ile namaz kılmış olur '' dedim.
Daha sonra o amcaya
öyle ukala bir şekilde cevap verdiğim için üzüntü duydum , yanına gidip
oturdum ve bunun bir hurafe olduğunu dilim döndüğünce anlatmaya
çalıştım. İkna oldu mu bilemem ama en azından bir yanlışı düzeltebilme
gayreti içinde olduğum için içim rahattı.
Gelelim gerçekten bu durumun aslına astarına...
Seccade'nin bazı
yörelerde ismi namazla , bazı yörelerde namazgah olarak değişiklik
gösterir. Seccade'nin köşelerini kıvırmanın bir amacı vardır oda secde
edilen yere ayak basılmaması içindir. Diyelim ki siz seccadenizi
serdiniz namazını kıldınız ve öyle bırakıp kalktınız daha sonra oraya
gelen birisi sizin secde ettiğiniz yere ayakları ile basabilir.
Geçtiğimiz günlerde
Kütüb- sitte'de ''Şeytan katlanmamış elbiseleri kullanır'' şeklinde bir
hadis-i şerif okudum. Belki bu seccade katlama durumu bu hadis-i
şerifin yanlış yorumlanmasından kaynaklanmıştır.
Başka bir ihitmal
de seccadenin yerdeki başka sergilerden ayrı olduğunu anlatabilmek için ,
ayrı bir sergi olduğunun anlaşılabilmesi için köşelerinin katlanarak
kirlenmesini engellemek olabilir.
Birde seccadenin
sünnet olarak katlanması şekli vardır. Önce boyuna sonra enine ve en
sonda alnın geldiği yer iç tarafta kalacak şekilde katlanmasıdır.
Dolayısıyla seccadenin katlanması sünnettir ki günümüzde yaşlı dede ve
nineler seccadeyi kaldırıp katlamak gibi zahmetli bir işten kurtularak
sünneti ihya etmeye çalışıyor olabilirler.
Velhasılı kelam
ameller niyete göredir. Sünnet niyetiyle yapalım en azından bir sünnet
sevabı alalım. Yok illa ki şeytan namaz kılmasın diye diretenler varsa
da '' Bırakın kıvırmayın , şeytanın namaz kılmasına vesile olun''
diyorum...
Selam ve dua ile...
Etiketler:
Abdullah ibni Mesud (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Cennete en son giren kişi cehennemden çıkarken bazen yürür bazen düşer. Cehennemden kurtulduğu vakit döner ve:
‘Beni senden
kurtaran Allah’ın şanı ne yücedir’ der. Allah bana öncekilere ve
sonrakilere yapmadığı ihsanı yapmıştır, der. Ona bir ağaç gösterilir.
Derki:
−‘Rabbim beni bu ağaca yaklaştır, gölgesinde gölgeleneyim, suyundan içeyim.’
Allah-u Teâlâ:
−‘Ey Âdemoğlu! Bunu sana verirsem umulur ki başka şeyler de istersin.’
Kul:
−‘Hayır, Rabbim’
der ve başka bir şey istemeyeceğini vaad eder. Rabbi, kulunun
sabırsızlığını mazur görür ve altında gölgelenmesi, suyundan içmesi için
ağaca yaklaştırır. Sonra cennetin kapısının yanında ilkinden daha güzel
bir ağaç yükseltilir.
Kul:
−‘Rabbim, altında gölgelenmem ve suyundun içebilmem için beni bu ağaca yaklaştır, Senden başka bir şey istemiyorum’ der.
Allah-u Teâlâ:
−‘Ey Âdemoğlu! Az
önce başka bir şey istemeyeceğine dair bana söz vermedin mi? Her halde
bu ağaca seni yaklaştırsam başka şeyler de istersin’ buyurur.
Kul yine başka bir
şey istemeyeceğine dair Allah’a söz verir. Allah-u Teâlâ kulun
sabırsızlığını bilir ve mazur görür, kulu ağaca yaklaştırır. Sonra
cennetin kapısından ilk ikisinden daha güzel olan başka bir ağaç
gösterilir.
Kul:
−‘Rabbim! Altında gölgelenebilmem ve suyundan içebilmem için beni bu ağaca yaklaştır, Senden başka bir şey istemiyorum’ der.
Allah-u Teâlâ:
−‘Ey Âdemoğlu! Az önce başka bir şey istemeyeceğini bana vaad etmedin mi?’ buyurur.
Kul:
−‘Rabbim! Bundan
başka bir şey istemeyeceğim’ der. Rabbi kulunun sabırsızlığını mazur
görüp onu ağaca yaklaştırır. Kul ağaca yaklaştığı vakit cennet
ahalisinin seslerini işitir ve:
−‘Rabbim! Beni cennetine al’ der.
Allah-u Teâlâ:
−‘Ey Âdemoğlu! Senin isteklerini ne durdurur. Sana dünya ve bir benzerini vermem seni hoşnut eder mi?’ buyurur.
Kul:
−‘Rabbim! Sen âlemlerin sahibi olduğun halde benimle alay mı ediyorsun?’ der.”
Abdullah ibni Mesud (Radiyallahu Anh) bu hadisi rivayet ettikten sonra güldü.
Sonra:
–Benim neden güldüğümü sormayacak mısınız? dedi.
Yanında bulunanlar:
−Neden gülüyorsun? dediler.
Abdullah ibni Mesud (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
−Çünkü Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’de gülmüştü.
Sahabeler:
−Neden gülüyorsun ya Rasulallah? diye sorduklarında ise Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Allah Azze ve Celle’de gülmüştür,’ dedi.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Kulun bu sorusu üzerine Allah-u Teâlâ:
−‘Ben alay etmiyorum, fakat dilediğimi yapmaya benim gücüm yeter’ buyurmuştur.”
Etiketler:
İbrahim Bin Ethem
Hazretleri Evliyanın büyüklerindendir. Onu Evliyanın büyüklerinden yapan
en büyük ayrıcalık Belh Şehrinin hükümdarı iken
malı,mülkü,saltanatı,tacı,tahtı bırakıp kendisini Allah yoluna
adamasıdır. Allah'ın dostu olabilmek için çok çaba sarf etmiş ve sonunda
Cenab-ı Allah'ın lütfu ile evliyanın büyükleri arasına ismi
yazılmıştır. İbrahim Bin Ethem Hazretleri'nin Allah Dostlarından birisi
olabilmek için 5 tavsiyesi vardır. Bu 5 tavsiyeye uyan kişinin günah
işlemesi olanaksızdır buyurmaktadırlar.
Bu 5 tavsiyeye sırası ile değinelim ;
İbrâhim Edhem’i
Allah için seven bir kimse bir gün onun ziyâretine geldi ve şöyle dedi:
“Ey Allah dostu İbrâhim! Sana özeniyorum. Çünkü sen, insanların peşinden
koştuğu dünya saltanatını ve dünya zevklerini elinin tersi ile ittin ve
Allah dostlarının yolunu seçtin. Ben seni Allah için seviyorum ve senin
yolundan gitmek istiyorum. Ancak ben, nefsimin günah tutkusundan
kurtulamıyorum ve yaptığım tevbelere bağlı kalamıyorum”.
İbrâhim Edhem dedi
ki: “Sana beş tavsiyede bulunayım. Eğer bunları can kulağı ile dinler ve
gereğini yaparsan, nefsinin günah tutkusundan kurtulur ve Allah
dostlarının yoluna girersin”.
O kimse: “Peki bu beş tavsiye nedir?” diye sorunca, İbrâhim Edhem dedi ki:
1-Günah işleyeceğin
zaman, Allah’ın yarattığı rızkı (gıdayı) yeme! Çünkü hem Allah’ın
yarattığı rızıkları yiyeceksin hem de O’na isyan edeceksin, bu olmaz ve
insanlıkla bağdaşmaz.
2-Günah
işleyeceğin zaman, Allah’ın mülkünden çık ve başka bir yere git! Çünkü
Allah’ın mülkünde oturup O’na isyan etmen, apaçık bir nankörlüktür ve
insanlık dışı bir davranıştır.
3-Günah işleyeceğin
zaman Allah’ın görmediği bir yere git ve orada günah işle! Çünkü
Allah’ın huzurunda günah işlemen, gafletin de ötesinde çılgınlıktır ve
insanlık dışı bir davranıştır.
4-Hiç beklemediğin
bir anda ve beklemediğin bir yerde Azrâil (a.s.) karşına dikilince, O’na
de ki: “Ey Azrâil! Sen vakitsiz geldin. Çünkü benim daha çook işlerim
var. Bak kızım evlenecek, oğlum askere gidecek, eşim ameliyat olacak ve
torunum da sünnet olacak. Ayrıca evim yarım, işim yarım ve ödenecek
borçlarım (çeklerim, taksitlerim) var. Bunlarla uğraşırken namaz kılmaya
ve tevbe etmeye vakit de bulamadım. Sen şimdi git de, işlerimi
tamamlayınca ve kaza namazlarımı kılınca gelirsin, de!” O kimse dedi ki:
“Ben
Azrâil’e şimdi git, sonra gel diyemem ki!”
Bunun üzerine İbrâhim Edhem: “Azrâil’e şimdi git, sonra gel diyemeyeceğini bildiğin halde nasıl günah işliyorsun” deyince,
o kimse ağlamaya başladı ve “Beşincisi nedir?” diye sordu.
5-Mahşer yerinde
sevapların ve günahların tartıldığı zaman, eğer sevabın hafif (az)
gelirse, Allah (c.c.) zebânilere emir verecek.
“Onu tutun, (elini boynuna) bağlayın, sonra onu cehennem’e atın” (Hâkka, 30-31)
“İşte o zaman
zebânilere karşı diren, ellerinden kaç ve cehenneme gitme!” O kimse yine
ağladı ve tek bir kelime konuşamadan İbrâhim Edhem’e sarılıp ayrıldı.
BİRİNCİ TAVSİYE
İki seçeneğimiz
var. Ya günah işlemeyelim ya da Allah’ın yarattığı rızkı yemeyelim.
Allah’tan başka hiç kimse rızık yaratamadığına göre, tek seçeneğimiz
kalıyor, günah işlememek!
Yüce Allah buyuruyor:
“Rızkınız göktedir ve size vaad edilen şeyler de (göktedir).” (Zâriyât, 22)
Bir fabrikaya
enerji sağlayan hatlarda ya da enerji üretim merkezinde bir ârıza
olursa, fabrika karanlıklara bürünür ve üretim durur.
Dünyaya enerji
sağlayan hatlarda (atmosferde) ya da enerji üretim merkezinde (güneşte)
bir ârıza olursa, dünya karanlıklara bürünür, üretim durur (tek bir
bitki dahi yetişmez) ve dünya aşırı soğuk buz kütlesine dönüşür. Evet
rızkımız yani rızkımızın tek enerji kaynağı göktedir.
Okyanusların
suları, güneş enerjisi ile buharlaşıp atmosfere karışır. Atmosferdeki
alçak ve yüksek basınçların oluşması, güneş enerjisine bağlıdır. Havanın
yüksek basınçtan alçak basınca doğru hızlı ya da yavaş hareket etmesi
(esmesi), iki basınç arasındaki ısı farkına yani güneş enerjisine
bağlıdır. Bitkilerin havadan aldıkları karbondioksiti, oksijene ve
karbonhidratlara dönüştürmesi güneş enerjisine bağlıdır. Şimşeklerin
çakması, azot gazının parçalanıp suda çözümlenmesi ve yerdeki
elementlerle birleşip bitkilere mama (gübre) olması da güneş enerjisine
bağlıdır.
Yüce Allah buyuruyor:
“(Ya Muhammed!) De ki: Gökten ve yerden size rızık veren kimdir?” (Yûnus, 31)
Kesinlikle inanıyor
ve îman ediyoruz ki, gökten ve yerden rızkı veren ancak Allah’dır.
Çünkü atmosferi, güneş enerjisi ile çalışan doğal bir lâboratuvara
dönüştüren O’dur. Katı, sıvı ve gaz hâlindeki atomları çeşitli kimyasal
işlemler sonucu gıda
maddelerine dönüştüren O’dur.
Melekler, insanlar
ve cinler bir araya gelip güç birliği yapsalar, tek bir karıncanın
rızkını bile yaratamaz ve yerde tek bir ot bitiremezler.
Yüce Allah buyuruyor:
“Allah size verdiği rızkı keserse, size kim rızık verebilir?” (Mülk, 21)
Yüce Allah
güneşteki hidrojen atomlarının helyum atomlarına dönüşümünü (enerji
üretimini) kısıtlarsa ya da güneşin çekim gücünü zayıflatıp dünyayı
güneşten uzaklaştırırsa, yeryüzünde tek bir ot bile bitmez. İşte o zaman
bize kim rızık verebilir?
Değerli okurlarım!
Yediğimiz her lokma için, içtiğimiz her damla su için gerçekten Allah’a
çok çok şükür edelim. Nankörlük edip sakın günah işlemeyelim ve o güzel
Mevlâmıza isyan etmeyelim.
Şükrü de yalnızca
dilimizin ucu ile değil, Allah’ın huzurunda secdeye kapanarak, namazı
kılarak tüm bedenimizle ve kalbimizle yapalım.
İKİNCİ TAVSİYE
Ya günah işleme ya
da Allah’ın mülkünde oturma! Allah’ın egemen olmadığı bir yer olmadığına
göre, yine tek seçeneğimiz kalıyor. Günah işlememek!
Yüce Allah buyuruyor:
“Göklerin ve yerin
mülkiyeti yalnızca Allah’ındır. (Çünkü) O diriltir, o öldürür. Sizin
için Allah’tan başka, ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” (Tevbe,
116)
Göklerin, yerin
mülkiyeti ve egemenliği kayıtsız şartsız Allah’ındır. En küçük varlıklar
olan atomlardan ve tek hücrelilerden, en büyük varlıklar olan
yıldızlara, fillere ve balinalara kadar hiçbir varlık, doğal yaşam
koşullarının dışına çıkamaz ve yörüngesinden ayrılamaz. Aksi halde
evrendeki bütün dengeler bozulur ve her an farklı boyutlarda kıyamet
olayları ortaya çıkar.
Yüce Allah dünyayı
insanların yaşam koşullarına ve insanı da dünyadaki yaşam koşullarına
göre yarattığı için insan da dünyadaki yaşam koşullarının dışına çıkamaz
ve başka yaşam koşullarında yaşayamaz.
Dilediği an ölü
toprak maddelerine (elementlere) hayat verip onları canlı varlıklar
şekline ve yine dilediği an öldürüp yine toprak maddelerine dönüştüren
Yüce Allah, toprak maddelerinden yarattığı insanı da öldürüp tekrar
aslına dönüştürecek ve insan kabre konulduğu anda Allah’tan başka bir
dost ve yardımcı bulamayacak. Yaradılışının zamanlamasına karışamayan,
dünyadaki yaşam sürecini belirleyemeyen, ne zaman ve nerede öleceğine
karar veremeyen ve Allah’ın belirlediği yaşam koşullarının dışına
çıkamayan insan’ın, Gerçekten tek seçeneği var o da, Günah işlememek!..
ÜÇÜNCÜ TAVSİYE
Allah’ın yarattığı
rızkı yediğin ve mülkünde oturduğun halde nankörlük edip, O’na isyan
edeceksen, Allah’ın görmediği bir yere git ve orada günahı işle(!)
Allah’ın görmediği ve bilmediği bir yer olmadığına ve olamayacağına göre, günah işleme!
Yüce Allah buyuruyor:
“Bir şeyi açığa çıkarsanız da gizleseniz de, kesinlikle Allah her şeyi bilir.” (Ahzâb, 54)
Gizlilik ilkesi
insanlar için geçerlidir. Allah katında ise gizli ile açık ve geçmiş ile
gelecek arasında hiçbir farklılık yoktur. Yüce Allah, halkın yoğun
olduğu yerlerde açıkça günah işleyenleri gördüğü ve bildiği gibi gecenin
karanlıklarında ıssız yerlerde günah işleyenleri de görür ve bilir.
Yüce Allah buyuruyor:
“Ne yerde ne de
gökte zerre (atom) ağırlığınca bir şey Rabbinden gizli değildir. Ve
bundan (atomdan) daha küçük ve daha büyük bir şey yok ki apaçık bir
kitapta (Levh-i Mahfuz’da yazılı) olmasın.” (Yunus, 61)
Arap dilinde en
küçük bir varlığa yani atoma zerre denir. Yüce Allah insanların atomu
bilmediği bir çağda zerre ağırlığınca buyurarak atoma ve atomların
ağırlıkları olduğuna vurgu yaptıktan sonra yerde ve gökte zerre
ağırlığınca bir şey Rabbinizden gizli değildir buyurdu.
Yüce Allah yerdeki,
denizlerdeki, atmosferdeki ve uzaydaki bütün atomları bildiği gibi
atomdan 100.000 defa daha küçük olan atomun çekirdeğini, çekirdekteki
nötronları, protonları ve çekirdeğin etrafında dönen elektronları da
bilir, görür ve denetler.
Diğer yandan bedensel yapımızı oluşturan hücreleri, hücrelerin çekirdeklerini,
çekirdekteki kromozomları ve kromozomların üzerindeki genleri ve DNA moleküllerini de bilir, görür ve denetler.
Değerli okurlarım!
Cep telefonu üreten firmalar, bizim cep telefonumuzun içini, dışını ve
kullanımını tüm ayrıntıları ile bizden daha iyi bildikleri gibi,
Bizi yaratan Allah
da içimizi, dışımızı, hücrelerimizi, hücrelerimizin çekirdeklerini ve
çekirdeklerdeki kromozomları, genleri ve DNA moleküllerini tüm
ayrıntıları ile bizden daha iyi bilir ve görür.
Lütfen elimizi
vicdanımıza koyup düşünelim! Bizi, bizden daha iyi bilen Allah, gizlice
ve açıkça günah işleyen kullarını bilmez ve görmez mi? Yine tek
seçeneğimiz, Günah işlememek!
DÖRDÜNCÜ TAVSİYE
Hiç beklemediğin
bir anda ve beklemediğin bir yerde Azrâil âniden karşına dikilince, ben
şu anda ölüme hazır değilim ve ölmek de istemiyorum. Lütfen şimdi git,
sonra gel, de!
Ancak geçmişteki
uygulamalara baktığımızda; Peygamberler dâhil hiç kimse Azrâil’e, şimdi
git, sonra gel diyemediğine ve biz de diyemeyeceğimize göre tek
seçeneğimiz ölümü kabullenmek ve ölüme hazırlanmak!...
Çünkü Yüce Allah buyuruyor:
“Her nefis ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz.” (Ankebût, 57)
İnsanı hayvandan
ayıran en önemli faktör, fiziksel yapısı değil aklıdır. Aklın görevi,
geleceği görmek ve gereken önlemi almaktır. Ölüm bütün insanların ortak
kaderi olduğuna göre, ölümü unutmak ve
göz ardı etmek, tehlikeyi sezen devekuşunun başını kuma sokup gözlerini kapamasına benzer.
Gözlerini
kapayanların yalnızca kendi dünyalarının karardığını devekuşuna
anlatamayız ama insanların bu gerçeği görüp ölümü göz ardı etmemeleri ve
ölüme hazırlanmaları gerekir.
Yüce Allah buyuruyor:
“Nerede olursanız olunuz ölüm size ulaşır (sizi bulur), en güzel korunan sağlam kalelerde olsanız bile!” (Nisâ, 78)
Doğmak, dünyaya
gelmek isteğimize bağlı olmadığı gibi ölmek ve âhiret âlemine gitmek de
isteğimize bağlı değildir. Issız çöllere kaçsak, sarp kalelere sığınsak,
karanlık mağaralarda gizlensek, askerî birlikler tarafından koruma
altına alınsak ya da dünyanın en modern hastanelerinde en ünlü
uzmanların gözetimi altında olsak, aldığımız bu önlemler bizi ölümden
kurtaramaz ve Azrâil’in görevini yapmasını engelleyemez. Peki ölüm
nedir?
Ruh -beden
ilişkisinin kesilmesi demektir. Melekler gibi madde ötesi bir varlık
olan ruh, bedenin mânevî elektriği gibidir. Bir fabrikanın elektriği
kesildiği an, bütün makineleri durduğu gibi ruhla ilişkisi kesilen
bedenin de bütün hayâti fonksiyonları durur ve beden bir et - kemik
yığınına dönüşür.
Ruh, insanın aslı, özü, kalıcı ve kalıtsal kişiliği, beden ise insanın bu dünyadaki geçici görüntüsüdür.
“Ete, kemiğe büründüm -Yunus diye göründüm” (Yunus Emre).
Ölümü öcü ve mezarı
karanlık bir çukur gibi algılamayalım, onları güzelleştirmeye
çalışalım. Çünkü ölüm yok olma değil, başka bir hayata geçiş demektir.
Ölüm, rûhun beden zindanından kurtulup berzah âleminde özgürlüğüne
kavuşması demektir.
Ancak bir gerçeği
de unutmayalım! Geçici dünya evimize yatırım yaptığımız gibi mezarımıza
da yatırım yapalım. Dünya evimizi lüks eşyalarla donattığımız ve kristal
lambalarla aydınlattığımız gibi mezarımızı da namaz, oruç, zekât,
Kur’an, zikir ve salâvat-ı şerîfe gibi mânevî eşyalarla donatalım ve
îman nûru ile aydınlatalım. Ayrıca dünya evimizi zararlı ve zehirli
böceklerden koruduğumuz gibi mezarımızı da zararlı ve zehirli
yılanlardan koruyalım. Çünkü günahlarımızın herbiri orada bir yılan olup
bize saldıracak ve kıyamete kadar bizi azap edecek.
Berzah âleminde
rûhumuzun rahat etmesini ve mezarımızın cennet bahçesine dönüşmesini
istiyorsak, günahlardan kaçınalım ve ibâdetlerimizi aksatmadan düzenli
bir şekilde yapmaya çalışalım.
Dünyada tevbe eden
ve günahlarından arınan mü'minler mezarda tutsak olmaz. Diledikleri an
Mekke’ye gidip Kâbe’yi tavaf eder, Medîne’de Peygamberimizi ziyaret eder
ve gökyüzünde dolaşırlar. Ayrıca diğer peygamberlerle evliyalarla ölen
yakınları ve dostları ile görüşüp sohbet ederler.
Allah dostlarından
biri mezarlıkta dolaşırken ağlamaya başlamış. Nedenini soranlara. “Ah!
Yerin altında cennet de var, cehennem de var” demiş.
Değerli
kardeşlerim! Ölüm meleği bizi izlediği gibi cennet ve cehennem de bizi
bekliyor. Azrâil âniden karşımıza dikilince, şimdi git, sonra gel
diyemeyeceğimize göre,
Öncelikle tevbe edip günahlarımızdan arınalım ve ölüm çantamızı güzel şeylerle dolduralım.
BEŞİNCİ TAVSİYE
Mahşer yerindeki
mânevî tartıda sevabın az ve günahın çok gelirse, Allah (c.c.) seni
korkunç zebânilere teslim edecek. Eğer zebânilere direnecek gücün varsa,
günah işle. Aksi halde hemen tevbe et ve günahları terk et!..
Yüce Allah buyuruyor:
“Sûr’a (ilk defa)
üfürüldüğünde Allah’ın dilediklerinin dışında göklerdeki ve yerdeki
varlıklar korkudan düşüp ölecek.” (Zümer, 68)
Hz. İsrâfil,
Allah’ın emri ile Sûr’a ilk defa üflediğinde, kıyamet kopacak, bütün
canlılar korkudan âdeta çıldırıp ölecek ve yerlerin, göklerin düzeni
değişip, yeni bir denge - düzen kurulacak.
Yüce Allah buyuruyor:
“Sûr’a (tekrar) üfürüldüğünde kabirlerinden fırlayanlar süratle Rablerine (mah
şer yerine) doğru giderler.” (Yâsîn, 51)
İnsanlar
kabirlerinden fırlayıp dünyada yaptıklarının hesabını vermek üzere
mahşer yerine giderken gerçekten çok zorlu bir gün olacak. Çünkü,
sonuçta yerleri ya cennet ya da cehennem olacak.
Yüce Allah buyuruyor:
“O gün zâlim (pişmanlıktan) ellerini ısırarak, ah! Keşke peygamberle birlikte bir yol izleseydim diyecek.” (Furkan, 27)
Din karşıtı sapık
ideolojileri ve sapık sistemleri savunup müslümanlara baskı yapan
zâlimler, Ah! Keşke ben de peygamberle birlikte aynı yolu izleseydim
diye, pişmanlıktan ellerini çatır çatır ısıracak. Tabii ki, iş işten
geçtikten sonra!
Mahşer yerinde önce
amel defterleri dağılacak ve sonra Mîzan (mânevî tartı) kurulup
herkesin günahı ve sevabı tartılmaya başlanacak.
Yüce Allah buyuruyor:
“Biz kıyamet günü için (Mahşer’de) adâlet terâzileri kuracağız. (Orada)
hiç kimseye, hiçbir
şekilde haksızlık edilmez. (Yapılan sevap ve günah) bir hardal tanesi
ağırlığınca bile olsa, onu getirir (terâziye koyar)ız.” (Enbiyâ, 47)
Mahşer yerinde
sevapları ve günahları tartacak (belirleyecek) mîzanlar kurulacak.
Şeklini ve niteliğini bilemediğimiz bu mîzanların sağ bölümüne sevaplar
ve sol bölümüne günahlar konacak, İlâhi adaletin göstergesi olan bu
mîzanlar çok hassas olacak. Tek bir hardal tanesi (çiçek tohumu)
ağırlığındaki sevapları ve günahları çok hassas bir şekilde tarttığı
gibi dünyadan daha büyük ve daha ağır olan sevapları ve günahları da
aynı hassasiyetle tartacak.
Mîzanlar kurulup
tartı başlayınca heyecan doruğa çıkacak ve insanlar korkudan tir tir
titreyip gözlerini mîzandan ayırmayacak. Çünkü insanın kaderi orada
belli olacak.
Mîzan’ın sol
bölümüne kapkara ve çirkin bir şekilde günahlar konulunca günahkârlar
kendi günahından korkacak ve pişmanlıktan saçını, başını yolacak.
Mîzan’ın sağ
bölümüne nur gibi ve bembeyaz bir şekilde sevaplar konulunca,
sevaplarını gören mü’minler de sevincinden, Ah! Keşke daha fazla sevap
yapsaydım diye kendi kendini kınayacak.
Mîzan’a (tartıya)
namazdan başlanacak ve kılınan namazların sevapları ile kılınmayan
namazların günahları çok büyük boyutlarda ve ağır olacağından, Mîzandaki
sevap -günah dengesinin belirlenmesinde en önemli ağırlık, namaz
olacak!..
Sonra oruç, zekât
ve hac gibi İslâm’ın temel ilkesi olan ibâdetlere sıra gelecek ve bu
ibâdetlerin sevapları da çok büyük boyutlarda olacak ve bunlar da
Mîzan’ın sağ bölümüne konacak. Tabii ki aksi de olacak yani bu
ibâdetleri yapmayanların günahları da Mîzan’ın sol bölümüne konacak.
İslâm’ın temel
ilkelerinden sonra nâfile (farzın dışındaki) ibâdetlere sıra gelecek ve
ister sözlü, ister parasal ve ister bedensel olsun, bu ibâdetlerin de
her birine ayrı ayrı sevaplar verilecek ve bunlar da tek tek Mîzan’ın
sevap bölümüne konacak.
İlâhi adaletin
gereği bir hardal tanesi kadar hayırlar ve iyilikler karşılıksız
kalmayacak ve bunların sevapları da tek tek Mîzan’a konacak. Gönülden
bir defa Allah diyen, bir defa Besmele çeken, bir müslümana selâm veren,
bir hastayı ziyaret eden, bir yaşlının ya da özürlünün kolundan tutup
yardım eden ve bir yoksula az da olsa yardım eden, Bu tür önemsemediği
iyiliklerin sevabını görünce, şaşkınlıktan sevinç göz yaşları dökecek.
Ya günahlar? Evet
onlar da tek tek Mîzan’a konacak ve bir hardal tanesi kadar günah da
cezasız kalmayacak. Bir yudum alkol alanlar, vakit geçirmek için bile
olsa kumar ynayanlar, yabancı bir kadınla el sıkışan erkekler, yabancı
bir erkekle el sıkışan kadınlar ve çok kısa bir zaman için bile olsa
dışarıda açık saçık dolaşanlar bunların günahını görünce, çok pişman
olacak ve dünyada tevbe etmediği için kendini kınayacak.
Ya büyük günahlar?
Onların şerrinden dünyada ve âhirette Allah hepimizi korusun ve bütün
insanlara tevbe edip, İslâm’a dönmelerini nasib etsin. Âmîn!..
Yüce Allah buyuruyor:
“O gün vezin (tartı) haktır. Kimin tartıları (sevapları) ağır gelirse, işte onlar felâha (cennet’e) kavuşanlardır.” (A'raf, 8)
Mîzan’da sevapları
ağır basanlar, sonsuzluk âlemi olan cennete kavuşacak ve orada her
açıdan tam güvenli bir ortamda sürekli mutlu ve huzurlu yaşayacaklar.
Cennete giden yol, Mîzan’daki sevap -günah dengesini gösteren ibreye ve
ibrede insanların dünyadaki yaşantısına bağlı olduğundan,
Tek seçeneğimiz,
bu geçici dünyada sevaplarımızı çoğaltmak ve günahlardan kaçınmaktır.
Bunun dışında kesinlikle başka bir seçeneğimiz ve güvencemiz yoktur.
Orta şiddetteki bir deprem ânında korkudan şok olan, şimşek çakınca ve
gök gürleyince kalbi hoplayan insanın,
Yüce Allah zebânilere;
“Onu tutun, (elini
boynuna) bağlayın, sonra onu cehenneme atın.” (Hâkka, 30-31) diye emir
verdiği zaman, aşağılanarak ve çığlıklar atarak cehenneme gitmenin
dışında elinden ne gelir ki!..
Etiketler:

Peygamber Efendimiz Sallalahu Aleyhi Vesellem , bir gün Ashab'ı ile otururken , ''size müjdeli bir hal anlatayım'' buyurdular.
Sahabe-i Kiram
Efendilerimiz pür-i dikkat kesilip Alemlerin Efendisinin ağzından
çıkacak sözleri bekliyorlardı. ve Nihayet Fahr-i Kainat'ın Efendisi ,
Yerleri ve Gökleri Yaratan Yüce Rabbimizin Habibi , Habibullah Efendimiz
anlatmaya başladılar.
"Bir adam vardı,
günah işleyerek nefsine çok zulmetmekteydi. Ölüm gelip çatınca
oğullarına dedi ki: "Ben ölünce, cesedimi yakın, külümü iyice ezin ve
rüzgarın önünde saçın, Allah'a yemin olsun, eğer Rabbim beni bir
yakalarsa hiç kimseye vermediği azabı verir!" Ölünce, bu söylediği ona
yapıldı. Allah(c.c.) da arz'a emrederek: "Sende ondan ne varsa bana
toplayıver!" dedi. Arz da topladı. Adam ayakta duruyordu. "Sen böyle bir
vasiyeti niye yaptın?" diye Rabb Teala sordu. "Senden korktuğum için ey
Rabbim" cevabını verdi. Allah Teala hazretleri bu cevap üzerine onu
affetti."
Kaynak: Buhari, Tevhid 35, Enbiya 50; Müslim, Tevbe 25, (2756); Muvatta, Cenaiz 51, (1, 240); Nesai, Cenaiz
Etiketler: